26 Eylül 2013 Perşembe

Ahmet Telli - Su Çürüdü




          Tüm Paylaşımları Twitter'dan ve Facebook'tan Takip Et

Şiir Sözü:

Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim.
Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri.
Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil.
O yalınzca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen.
şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... ( Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
Bütün belleğimdekileri yokettim.
Elektrikli bir aygıyla yaktım, jiletle kazıdım.
Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kuledip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.

Zamanı yiyip bitirdi karanlık.

Gece yoktu.
Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yirtiyordu.
Saklayan kırbaç gibi...
Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artik.
Sesim yoktu.
Karanlığın karnında yitirdim sesimi.
Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki.
Ama durmadan soruyorlardı.
Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı.
Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar...

İki şeyi bilmek istiyorum.

(Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.)
Duvarların rengi neydi?
Derimin rengi neydi?
Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum.
Duvarların bir rengi olmalı.
Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam.
Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu.
Belki renksizliğin rengiydi bu.
Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.

Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde.

Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. 
Ellerim...
Sanki bir kadinin memelerini hiç okşamamış, sıcaklığını duymamış.
Ellerim...
Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki.
Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara...
Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır.
İrinin bir rengi...
Ölunun bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu.
Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu.
Çürüyen bir dünyanın...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.

Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.

Soyumun neye benzediğini unuttum.
'İnsana benziyorlardı' diye duymuştum bir vakitler.
Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.

Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum.

Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda.
Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti.
Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
Çamur gibi bir yağmur damlası...
Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu.
Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek...
Genzim yanıyor.
İnce bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan.
Kirli, sıcak ve simsiyah...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.

Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde.

Yetmiş iki gündür sakındığım ve her gün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim...
Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim.
(Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.)
Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık.
Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır.
Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna.
Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık.
Küstü, öldürdü kendini su...
Su çürüdü...
Adımdan gayrısını bilmiyorum...

                                 Twitter'dan Takip Et

                                Facebook'tan Takip Et

                           Anasayfaya Dön/Homepage

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder